Nasreddin Hoca Fıkraları: Kısa, Komik ve Öğretici Seçmeler

admin
|

Nasreddin Hoca fıkraları, yüzyıllardır güldüren ve düşündüren kısa ve komik hikayeler olarak halk arasında anlatılıyor. Bu fıkralar, sadece bir tebessüm yaratmakla kalmaz, aynı zamanda derin bir bilgelik ve ince bir mizah barındırır. Nasreddin Hoca’nın keskin zekası ve mizahi yaklaşımı, günümüz dünyasında bile geçerliliğini koruyor.

Hoca’nın düdük isteyen çocuklara verdiği cevap ya da gölü mayalamaya çalışması gibi hikayeleri, her yaştan insanın ilgisini çeker. Bu fıkraların arkasındaki mesajları ve eğlenceli anekdotları keşfetmek, Nasreddin Hoca’nın dünya görüşünü anlamamıza yardımcı olabilir.

Nasreddin Hoca Fıkraları

Parayı Veren Düdüğü Çalar

Bir pazar günü, köy meydanında renkli tezgahlar kurulmuştu. Nasreddin Hoca da alışveriş için pazara gelmişti. Bir grup çocuk heyecanla Hoca’nın etrafını sardı. İçlerinden biri “Hoca, bana düdük al!” diye seslendi. Diğerleri de hemen atıldı: “Bana da, bana da!”

Nasrettin Hoca Fikralari Parayi Veren Dudugu Calar

Hoca gülümseyerek çocuklara baktı. İçlerinden sadece biri cebinden birkaç akçe çıkarıp Hoca’ya uzattı. Hoca parayı alıp pazarın içine doğru ilerledi. Akşama doğru pazardan dönerken, çocuklar yine etrafını sardı. Herkes düdüğünü istiyordu.

Hoca cebinden tek bir düdük çıkardı ve parayı veren çocuğa uzattı. Diğerleri şaşkınlıkla “Hani bizim düdüğümüz?” diye sordular. Nasreddin Hoca bilgece gülümseyerek, “Parayı veren düdüğü çalar” dedi.

Vasiyet Etmiş

Bir akşam vakti, Nasreddin Hoca evinde karısıyla oturuyordu. Birden aklına bir şey gelmiş gibi karısına döndü:

“Hanım, iyi dinle. Bu benim vasiyetimdir: Ben öldüğümde beni baş aşağı gömün,” dedi ciddi bir sesle.

Karısı şaşkınlıkla baktı kocasına: “Hoca, o da ne demek öyle? Neden böyle tuhaf bir şey istiyorsun?”

Nasreddin Hoca hiç gülümsemeden cevap verdi: “Düşünsene, yarın öbür gün kıyamet koparsa her şey ters düz olacak. O zaman ben de düz olarak ayağa kalkabilirim.”

Bugün Ayın Kaçı

Nasreddin Hoca bir gün işi için Konya’ya gitmişti. Şehrin sokaklarında yürürken bir adam ona yaklaştı:

“Pardon amca, bugün ayın kaçı biliyor musunuz?” diye sordu.

Hoca, hiç düşünmeden cevap verdi: “Ne bileyim yahu! Ben buranın yabancısıyım.”

Adam şaşkınlıkla Hoca’ya baktı, ama Hoca çoktan yoluna devam etmişti bile.

Ya Tutarsa!

Güneşli bir yaz günüydü. Nasreddin Hoca, elinde bir kase yoğurtla göl kenarına geldi. Gölün durgun sularına bakarak düşüncelere daldı. Sonra cebinden kocaman bir tahta kaşık çıkardı ve yoğurdu göle boşaltmaya başladı.

O sırada oradan geçen bir köylü şaşkınlıkla Hoca’ya seslendi: “Hoca ne yapıyorsun?”

Nasrettin Hoca Fikralari Ya Tutarsa

Hoca sakin bir sesle cevap verdi: “Gölü mayalıyorum.”

Köylü kahkahalarla güldü: “Aman Hocam, hiç koca göl maya tutar mı?”

Nasreddin Hoca gülümsemesini bozmadan: “Peki ama ya tutarsa?” diye cevap verdi.

Onu Kendisi Sanmış

Bir bahar günü, Nasreddin Hoca kasabanın meydanında yürüyordu. Karşısına bir adam çıktı ve selamlaştılar. Bir saat kadar sohbet ettiler, havadan sudan konuştular. Sonra Hoca birden duraksadı:

“Kusura bakma arkadaş. Ben seni tanıyamadım, adın neydi?” diye sordu.

Adamcağız şaşkınlıkla: “Madem beni tanımadın, neden benimle bir saattir sohbet ediyorsun?” dedi.

Nasreddin Hoca gülümseyerek cevap verdi: “Kıyafetlerin benimkine çok benziyordu. Ben de seni ben sandım.”

Birinin Anası Ağlayacak

Nasreddin Hoca’nın iki oğlu vardı. Bir gün büyük oğlunu ziyarete gitti. Oğlu çömlekçilik yapıyordu ve endişeli görünüyordu:

“Baba, çok heyecanlıyım. Bütün paramı bu çömleklere yatırdım. Hava güneşli olursa zengin olacağım, yağmur yağarsa her şey mahvolacak,” dedi.

Hoca oradan ayrılıp küçük oğluna gitti. O da tarlasında oturmuş düşünüyordu:

“Ah baba, bütün paramı bu tarlaya yatırdım. Yağmur yağarsa zenginim, kuraklık olursa mahvolurum,” dedi.

Nasreddin Hoca eve döndüğünde karısı onun üzgün halini fark etti ve sordu: “Ne oldu Hoca, canın sıkkın?”

Hoca iç geçirerek cevap verdi: “Asıl dert senin, halini düşün. Çünkü yağmur yağsa da yağmasa da oğlanlardan birinin anası ağlayacak.”

Hamam Bahşişi

Bir kış günü, Nasreddin Hoca şehrin hamamına gitmeye karar verdi. İçeri girdiğinde kimse onunla ilgilenmedi, ne havlu verdiler ne de kese yaptılar. Hoca sessizce yıkandı ve çıkarken de kimse ona “iyi günler” bile demedi. Buna rağmen, Hoca çıkışta ona uzatılan bahşiş kutusuna yüklüce bir para bıraktı.

Ertesi hafta, Hoca tekrar hamama gitti. Bu sefer herkes başına üşüştü, ikramlar, havlular ve fazlasıyla ilgiyle karşılandı. Hizmetliler adeta birbirleriyle yarışıyordu. Hoca yine sessizce yıkandı. Çıkarken ona uzatılan bahşiş kutusuna bu kez hiç para bırakmadı.

Hamamcı şaşkınlıkla, “Hocam, bu kadar hizmete bu kadar mı bahşiş?” diye sordu.

Nasreddin Hoca gülümseyerek, “Bu haftanın bahşişini zaten geçen hafta vermiştim. Bu haftaki hizmet de geçen haftanın bahşişiydi,” diye cevap verdi.

Akıl Sır Ermiyor

Bir gün Nasreddin Hoca, kasabanın dar sokaklarında yürürken iki yüz akçe parasını kaybetti. Parasını bulamayan ve çok üzülen Hoca, “Ne olur bulunsun” diye dua etti.

Aynı zamanda, şehrin zenginlerinden biri uzak diyarlarda bir gemi yolculuğuna çıkmıştı. Kötü bir fırtınaya yakalanınca, “Eğer kurtulursam Nasreddin Hoca’ya iki yüz akçe vereceğim” diye adak adadı.

Fırtınadan kurtulan adam, sözünü tutup Hoca’ya parayı verdi. Hoca şaşkınlıkla parayı alırken şöyle mırıldandı: “Ey Allah’ım, sağ ol. Bu ne dolambaçlı yolmuş. Ben parayı nerede yitirdim, nereden çıktı. Gerçekten de akıl sır ermiyor.”

Ben Küçük Yangınlara Karışmam

Kasabanın zenginlerinden Murat Ağa, Nasreddin Hoca’nın vaazlarını dinlemeye gelirdi. Ancak işine geldiğinde Hoca’nın sözlerini dinler, gelmediğinde ise “Hoca Efendi, sen dünya işlerine karışma! Din ve dünya işi ayrı,” derdi.

Bir gün Murat Ağa’nın görkemli evinde yangın çıktı. Ağa telaşla camiye koştu. Öğle namazından çıkan cemaatin arasında Hoca’yı gören Ağa, “Hoca koşun, yardım edin, evim yanıyor!” diye bağırdı.

Nasreddin Hoca sakin bir şekilde Murat Ağa’ya döndü ve şöyle dedi: “Bana din işleri ile dünya işlerini ayırmam gerektiğini sen öğrettin. Bu yangın benim asla karışmamam gereken bir dünya işi. Ben küçük yangınlara karışmam.”

Bulmanın Tadı

Bir pazar sabahı, Nasreddin Hoca en sevdiği eşeğiyle alışverişe çıktı. Eşeğini bir ağaca bağladıktan sonra tezgahları dolaşmaya başladı. Alışverişini bitirip döndüğünde, eşeğinin yerinde yeller esiyordu.

Hoca hemen bir tellal tuttu ve bağırttı: “Nasreddin Hoca’nın eşeğini kim bulup getirirse, Hoca ona alışveriş çuvallarını, eşeğin semerini ve parasını verecek!”

Bunu duyanlar şaşkınlıkla Hoca’ya sordular: “Hocam, madem bulunduğunda her şeyi vereceksin, neden arıyorsun ki?”

Nasreddin Hoca bilgece gülümsedi: “Kaybolan şeyi bulmanın tadı başkadır evlatlarım. Her şeyi kaybedeceğimi bilsem de o eşeği bulup çalana geri vereceğim.”

Gönlüm Buna Razı Olmadı

Bir gün Nasreddin Hoca, sadık eşeğiyle kasabaya alışverişe gitti. Kitaplar, meyveler ve başka ağır eşyalar aldı. Aldıklarını kocaman bir çuvala yerleştirdi. Sonra çuvalı sırtına alıp eşeğine bindi.

Nasrettin Hoca Fikralari Gonlum Buna Razi Olmadi

Yolda giderken köylüler Hoca’yı bu halde görünce şaşırdılar. İçlerinden biri dayanamayıp sordu: “Ey Hoca, neden çuvalı kendi sırtına aldın?”

Hoca derin bir iç geçirerek cevap verdi: “Ne yapayım? Zavallı hayvan zaten beni taşıyor, bir de çuvalı ona yüklemek içime sinmedi.”

İp Olur

Nasreddin Hoca’nın köyünde, insanlar “Eyyübi” kelimesini bir türlü doğru telaffuz edemiyordu. Kimi “Eyip”, kimi “İyip”, bazıları da “İyp” diyordu.

Bir cuma günü, Hoca vaazında dayanamayıp şöyle dedi: “Ey ahali, sakın ha oğlunuzun adını Eyyüb koymayın. İnsanlar onu söyleyemez, çocuğun adı olur İp!”

Şu Koca Tasla

Öğle vaktiydi ve Nasreddin Hoca camide vaaz veriyordu. Cemaatin yarı uykulu ve aç olduğunu fark edince, “Haydi, toplanın bize gidiyoruz. Etli pilav ve yoğurt yiyelim,” dedi.

Herkes heyecanla Hoca’nın evine gitti. Hoca karısına seslendi: “Hanım, masayı hazırla. Hep beraber etli pilav ve yoğurt yemeye geldik.”

Karısı telaşla, “Hoca Efendi, evde ne pirinç var, ne et, ne de yoğurt!” diye fısıldadı.

Hoca düşündü, taşındı ve içeri gidip elinde koca bir tencere ve kaşıkla döndü: “Kusura bakmayın çocuklar, evde eğer pirinç, et ve yoğurt olsaydı, bu kazan ve kaşıkla size ikram edecektim.”

Ben Sözümden Dönmem

Bir yaz akşamı, Nasreddin Hoca ile komşusu bahçede sohbet ediyorlardı. Komşusu merakla sordu: “Hocam, sen kaç yaşındasın?”

Hoca derin derin düşündü, ak sakallarını sıvazladı ve “Kırk yaşındayım,” dedi.

Komşusu şaşkınlıkla itiraz etti: “Nasıl olur Hocam? On yıl önce de sorduğumda aynı cevabı vermiştin.”

Nasreddin Hoca sakin bir gülümsemeyle cevap verdi: “Komşu Efendi, ben sözümün eriyim. Sözümden dönmek bana yakışmaz. On yıl sonra da sorsan aynı cevabı vereceğim.”

Kim Daha Büyük

Bir gün köy meydanında, yaşlılar çınarın altında oturmuş sohbet ediyorlardı. Nasreddin Hoca da aralarındaydı. Konu dönüp dolaşıp devlet işlerine geldi. İçlerinden biri merakla sordu:

“Hocam, sizce padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?”

Hoca, gözlerini kısarak uzaklara baktı ve bilgece bir edayla cevap verdi:

“Tabii ki çiftçi büyük. Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse padişah acından ölür.”

Bu cevap karşısında herkes düşüncelere daldı.

Rüyada Gözlük

Gecenin bir yarısı, Nasreddin Hoca aniden uykusundan uyandı. Telaşla karısını dürtükledi:

“Hanım, kalk! Gözlüğümü bulamıyorum.”

Kadıncağız uykulu gözlerle mırıldandı:

“Hoca, gözlüğü uykuda ne yapacaksın?”

Hoca, karanlıkta el yordamıyla gözlüğünü ararken cevap verdi:

“Rüyada daha iyi göreceğim!”

Hepsinin Tadı Aynıdır

Sıcak bir yaz günüydü. Nasreddin Hoca, üzüm bağından dönüyordu. Eşeğinin üstünde kocaman bir kasa üzüm vardı. Tam eve varacakken bir grup çocuk peşine takıldı:

“Hoca, Hoca! Bize üzüm verir misin?” diye seslendiler.

Hoca düşündü. Çocukları saydı ve “Eğer hepsine bir salkım verirsem bana üzüm kalmaz,” diye geçirdi içinden. Sonra kasadan bir salkım aldı ve her çocuğa birer tane üzüm verdi.

Çocuklar ellerindeki tek üzüme bakıp itiraz ettiler:

“Hoca, bu çok az değil mi?”

Nasreddin Hoca, her zamanki bilge tavrıyla cevap verdi:

“Canlarım, niye ısrar ediyorsunuz? Ha bir tane, ha on tane, ne fark eder? Nasıl olsa hepsinin tadı aynı değil mi?”

Yağmurdan Kaçıyorum

Bir gün şiddetli bir yağmur başladı. Nasreddin Hoca pencereden dışarı bakarken, komşusunu yağmurun altında koşarken gördü. Camı açıp seslendi:

“İnsan hiç Allah’ın rahmetinden kaçar mı komşu?”

Komşusu utanıp yavaşladı.

Birkaç gün sonra yine yağmur yağıyordu. Bu sefer Hoca dışarıdaydı ve koşarak eve gitmeye çalışıyordu. Aynı komşusu pencereden onu görüp seslendi:

“Hoca, utanmıyor musun rahmetten kaçıyorsun?”

Nasreddin Hoca nefes nefese cevap verdi:

“Ben rahmetten kaçmıyorum, düşen rahmetin üstüne basmamak için koşuyorum!”

Parayı Kim verecek

Küçük Nasreddin bir gün arkadaşlarıyla bahçede oynarken, çocuklar ona bir oyun oynamak istediler.

“Nasreddin, biz bahçede yumurta yapacağız, gelir misin?” dediler kıkırdayarak.

Küçük Nasreddin, arkadaşlarının bir şeyler planladığını anlamıştı ama yine de “Gelirim,” dedi.

Çocuklar önceden sakladıkları yumurtaların üzerine oturdular. İçlerinden biri Nasreddin’e döndü:

“Şimdi hepimiz yumurtlayacağız. Eğer aramızda yumurtlayamayan biri olursa hepimize gazoz alacak,” dedi.

Sonra hep bir ağızdan gıdaklamaya başladılar: “Gıt-gıt-gıdaaaak!”

Nasreddin bir an düşündü ve “Üüü-ürü-üüü!” diye ötmeye başladı.

Diğer çocuklar şaşkınlıkla, “Ne oluyor Nasreddin?” diye sordular.

Nasreddin gülümseyerek cevap verdi: “Bu kadar tavuğu koruyacak bir de horoz lazım, değil mi?”

Bal ile Sirke Uyuşmamış

Bir gün köylüler Nasreddin Hoca’nın etrafına toplanıp sordular:

“Hocam, bal ve sirke birbiriyle uyuşmazmış derler, doğru mu sence?”

Hoca biraz düşündükten sonra mutfağa gidip bal ve sirke getirdi. Bir kaşık bal yedi, üstüne de sirke içti. Yüzünü ekşiterek:

“Neden uyuşmasın? Gayet de iyi anlaşırlar,” dedi.

Yüzünün ekşidiğini gören köylüler, “E Hoca, yüzün ekşidi ama,” dediler.

Hoca yine cevabını yapıştırdı: “Onlar anlaştı anlaşmasına ama beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.”

Acemi Bülbül

Bir yaz günü, Nasreddin Hoca yolda giderken bir evin bahçesinde güzel bir incir ağacı gördü. Canı incir çekince ağaca tırmanıp meyveleri yemeye başladı.

Tam o sırada oradan geçen bir adam Hoca’yı fark etti: “Sen de kimsin? Ne yapıyorsun orada?” diye seslendi.

Hoca hiç düşünmeden, “Ben bir bülbülüm,” diye cevap verdi.

Adam şüpheyle, “Bülbül gibi öt de görelim,” dedi.

Hoca garip sesler çıkarmaya başlayınca adam, “Bu nasıl bülbül sesi böyle?” diye sordu.

Nasreddin Hoca hiç bozuntuya vermeden, “Acemi bülbülüm ben,” diye cevapladı.

Saz Çalması

Bir akşam, Nasreddin Hoca bir yemeğe davet edilmişti. Yemek sonrası sohbet koyulaşınca ev sahibi Hoca’ya sordu:

“Saz çalmayı bilir misin?”

Hoca, “Bilirim,” diye cevap verdi.

“Buyur Hoca, çal bakalım,” diyerek eline bir saz tutuşturuldu.

Hoca sazı alıp garip sesler çıkarmaya başladı. Misafirler şaşkınlıkla, “Saz böyle mi çalınır Hoca? Parmaklar perdeler üzerinde gezdirilir, mızrap tellere vuruldukça da sazdan makamlara göre ses çıkar,” dediler.

Nasreddin Hoca, her zamanki hazırcevaplılığıyla yanıtladı: “Perdeleri bulamayanlar öyle çalar. Ben sazı elime alır almaz perdeyi buldum! Ne diye boşuna gezineyim?”

Hırsızın Ardından

Bir gece yarısı, Nasreddin Hoca’nın evine bir hırsız girdi. Hırsız, evin içinde dolaşıp değerli ne varsa bir çuvala doldururken, Hoca sessizce onu izliyordu. Hırsız işini bitirip evden çıktığında, Hoca da peşine takıldı.

Hırsız kendi evine varıp içeri girdiğinde, arkasından gelen Hoca’yı fark etti. Şaşkınlıkla, “Sen de kimsin?” diye sordu.

Nasreddin Hoca sakin bir şekilde cevap verdi: “Az önce evimdeki her şeyi toplayıp buraya getirdin. Ben de buraya taşındığım için seninle geldim.”

Yıldız Yaparlar

Bir yaz akşamı, Nasreddin Hoca ve köylüler avluda oturmuş gökyüzünü seyrediyorlardı. İçlerinden biri merakla sordu:

“Hocam, yeni ay çıktığı zaman eskisini ne yaparlar?”

Hoca gökyüzüne bakıp bilgece bir edayla cevapladı:

“Ne yapacaklar, kırpar kırpar yıldız yaparlar!”

Köylüler bu cevap karşısında hem şaşırdılar hem de güldüler.

Pazarlık

Bir yaz günü, Nasreddin Hoca derenin kenarında yürüyordu. İki adam ona yaklaşıp, “Biz yüzme bilmiyoruz. Sana iki altın verirsek bizi karşıya geçirebilir misin?” diye sordular.

Hoca kabul etti. Birinci adamı karşıya geçirdi, ikincisini geçirirken adam akıntıyla sürüklendi. Karşı kıyıdaki adam telaşla bağırmaya başladı:

“Ne yaptın? Su arkadaşımı götürüyor! Çabuk, çabuk kurtar onu!”

Hoca, adamı boğulmadan yakaladı ve bir yandan da şöyle dedi:

“Kardeşim, niye telaş ediyorsunuz? Siz de bir altın eksik verirdiniz. Böylece ödeşirdik!”

Bindiği Dalı Kesen Hoca

Bir bahar günü, Nasreddin Hoca köy meydanındaki koca çınar ağacına tırmanmıştı. Elindeki baltayla oturduğu dalı kesmeye başladı. Yoldan geçen bir adam bu manzarayı görünce şaşkınlıkla bağırdı:

“Hoca Efendi ne yapıyorsun? Bindiğin dalı kesiyorsun, düşeceksin!”

Nasrettin Hoca Fikralari Bindigin Dali Kesmek

Hoca aldırmadan kesmeye devam etti ve sonunda gerçekten de düştü. Yerden kalkıp adamın yanına gitti ve yakasına yapıştı:

“Madem benim düşeceğimi bildin, öleceğimi de bilirsin. Hadi bakalım, söyle bana ne zaman öleceğim?”

Adam şaşkınlıkla Hoca’ya bakarken, Hoca da kendi mantığıyla olayı açıklamaya çalışıyordu.

Oğlumun Babası Öldü De

Bir sonbahar günü, Nasreddin Hoca siyah elbiseler giymiş halde köy meydanında dolaşıyordu. Onu görenler merakla yanına yaklaştılar:

“Hayırdır Hoca Efendi? Bu gün karalar giymişsin,” diye sordular.

Hoca derin bir iç çekti ve cevap verdi: “Oğlumun babası öldü de, onun yasını tutuyorum.”

Köylüler bir an şaşkınlıkla birbirlerine baktılar, sonra gülmeye başladılar. Hoca’nın kendine has mantığı yine herkesi güldürmüştü.

Su Dediğin Böyle Olur

Sıcak bir yaz gününde, Nasreddin Hoca yolculuk yapıyordu. Çok susamıştı ve karşısına çıkan tuzlu bir gölden bir yudum su içti. Tuzlu su midesini bulandırdı ve daha da susattı.

Yoluna devam eden Hoca, biraz ileride tatlı suyu olan bir çeşmeye rastladı. Kana kana su içti, şişelerini doldurdu ve eşeğine de su verdi.

Sonra gölün kenarına geri döndü. Şişesindeki suyu göle boşaltırken gururla söylendi:^”Öyle şişinip durma, su dediğin böyle olur!”

Mevsimlerden Yakınanlara

Bir gün köy meydanında bir grup insan toplanmış sohbet ediyordu. Konu havaya gelince, içlerinden biri söylendi:

“Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar.”

Bu sözleri duyan Nasreddin Hoca dayanamadı ve araya girdi:

“Öyle deme cahil adam,” dedi, “Bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?”

Bu cevap karşısında herkes gülümsedi ve doğanın dengesi üzerine düşünmeye başladı.

Belki Ağaçtan Öteye Bir Yol Düşer

Bir grup çocuk, Nasreddin Hoca’ya şaka yapmaya karar vermişti. Hoca yoldan geçerken uçurtmalarının ağaca takıldığını söyleyip onu ağaca çıkarmayı ve ayakkabılarını alıp kaçmayı planlıyorlardı.

Hoca gelince planlarını uyguladılar. Hoca hemen yardım etmeyi kabul etti ama ayakkabılarını çıkarıp çantasına koydu.

Şaşıran çocuklar sordular: “Hoca’m neden ayakkabılarını yanına alıyorsun?”

Nasreddin Hoca gülümseyerek cevap verdi:

“Belli mi olur çocuklar, belki yaptığım bu iyiliğe karşı Rabbim bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder.”

Çocuklar, Hoca’nın zekasına ve öngörüsüne hayran kaldılar.